Londra merkezli Hizmet Çalışmaları Merkezi’nin direktörü İsmail Sezgin bir analizinde Gülen Cemaati’nin karşı karşıya olduğu büyük tehditlerden birisinin kültleşmek olduğunu belirtmiştir. Sezgin’e göre Gülen Cemaati halihazırda bir kült değildir ancak böyle bir riskten bahsetmek de gerekmektedir. Sezgin, 18 Şubat 2018 tarihli Twitter mesajında bu konuda uyarılar yapmıştır:

15 Temmuz sonrası yaşananlar, alternatif söylem üretememe, mevcut sorulara cevap verememe, kendi derdini anlatamama, içe kapanma (hatta kısmen münzevileşme) vs. derken Cemaat büyük bir tehlikenin daha eşiğine geldi: Kültleşme problemi.

Cemaat gibi zorluklar yaşayan sosyal hareketlere korunaklı bir alan olan modern Batı toplumları için kültleşmek son derece alarm verici bir durumdur. Batılı algıya göre kültleşmek hem tehlikeli hem de ümitsiz bir duruma işaret eder. Batı’da kült “ikna olmayan, laftan anlamayan, ne derseniz deyin, kendi bildiğinin dışında bir telkine açık olmayan” bir yapı olarak görülmektedir. Dolayısıyla Batılı toplumlarda kült olarak algılanan yapılar, zamanla marjinalleşir sonra da siyasetin, medyanın ve elitlerin ilgisini kaybeder. Kült görüntüsü vermeye başlayan yapılardan insanlar uzaklaşır, onlarla birlikte görünmek istemezler. Aksine, kültleşen yapılar hızla güvenlik bürokrasisinin ilgi alanına girerler.

Peki, Gülen Cemaati örneğinde kültleşme konusu nasıl ele alınmalıdır? Bu konu üzerinden Cemaat incelendiğinde nasıl bir resim karşımıza çıkmaktadır?

Kültleşme konusunu Gülen Cemaati bağlamında ayrıntılı olarak ele almadan önce bir noktanın altı çizilmelidir: Gülen Cemaatinin tabanını oluşturan on binlerce insan hukuka tamamen aykırı olarak hapsedilmiş durumdadır. Bu tabanı oluşturan pek çok kişi de karşılaştıkları hukuki ve fiili ayrımcılık nedeni ile türlü ekonomik zorluklar yaşamaktadır. Bir tür kolektif cezalandırma ile karşı karşıya kalan Cemaat’in duygusal bir atmosfere girmesi son derece doğaldır. Ama yine de kültleşme konusu ile Cemaat’in yaşadığı olağanüstü zorlukların doğurduğu duygusallaşma konuları birbirinden ayrılmalıdır. Kültleşme tabanın yaşadığı duygusal tecrübelerden doğmaz. Aksine, kültleşme bir grubun lider ve elit tabakasının stratejileri sonucu ortaya çıkar. Dolayısıyla bir grubun kültleşmesi konusunun analiz düzeyi taban değil karar vericileridir.

Kültleşme

Sosyal bilimin çeşitli disiplinlerine göre olaya bakacak olursak, kültleşme üzerine geniş bir literatür bulunmaktadır. Bu yazının anlaşılır ve kuramsal olarak tutarlı olması için, tartışmayı Colin Campbell’in çizdiği çerçeve etrafında yapacağım. Campbell’in yaptığı tartışmadan hareket edersek bir kült, belirli kişilerin kendileri için tutarlı ancak dış dünyada kabul edilen standart referanslara göre açıklanamayan görüşleri kabul etmeleri ile başlıyor. Buna göre kültün üyeleri yaptıklarını sürekli olarak diğer insanların anlamadığı ve normal görmediği biçimlerde açıklarlar. Bunu bir tanım halinde somutlaştırırsak, bir kült düşünce ve eylemlerini sadece kendi öznel referanslarına göre doğrulayan insanlardan oluşmaktadır. Böylece kült, bir totolojik evren üretir ve bu evrenin içinde ne olursa olsun açıklanır. Dış dünyadan getirilecek bir referansla yapılan hiç bir açıklamaya itibar edilmez. Kültleşen yapıların itibar ettikleri içsel gerekçeler ise rasyonel ve doğal alanın dışında tanımlanmış kriterlere dayanır. Zamanla kültleşen yapı ve dış dünya arasındaki diyalog da tam bu nedenden dolayı kopacaktır.

İkinci nokta ise yukarıda vurgulanan lider ve seçkinler konusudur. Kültleşme, bir hareketin çekirdek kadrosunun “başarabileceği” bir durumdur. Büyük krizler yaşayan yapılar (parti, cemaat vb.) krize karşı koyma siyaseti geliştiremeyince kültleşmektedirler. Başka bir ifade ile kriz, bir yapının kültleşme ihtimalini doğurur. Söylemini, siyasetini ve aktörlerini değiştirmeyen yapılar, mevcut sorunları da izah edemeyeceği için bir iç söyleme yönelir. Başarısızların, ayakta kalmak için değişik ölçüde kültleşmeyi tercih etmeleri yaygın bir durumdur.

Nitekim yukarıda da belirtildiği üzere Cemaat’in kültleşme probleminin alternatif söylem üretememe, mevcut sorulara cevap verememe gibi konularla ilintili olarak ele alınması tesadüf değildir. Buradaki grup sosyolojisine dayalı mantık açıktır: Bir hareketin yönetimi yeni söylem üretemez ve mevcut sorunlara cevap veremezse ayakta kalmak için kültleşir. “Neden bunlar oldu? Bunlara kim neden oldu? Sorumlular nasıl hesap verdi? Bundan sonra ne yapılmalı?” gibi sorulara dış dünyaya referans vererek cevap veremeyen grup elitleri kültleşerek bir iç söylem üretirler. Kült mantığı, grubun eski düzen yoluna devam etmesi için tabanını dünyadan koparması taktiğine dayanmaktadır. Bu taktikler kimi zaman mistik önermelere kimi zaman kelime oyunlarına kimi zaman totolojik çıkarsamalara dayanır. Standart bir kült söylemi yoktur, her hareket kendi doğasına uygun bir kült üretir. Örneğin dini yapılar mistik söylemlerle açıklamalar üretirken, milliyetçi yapılar tarihsel mitlere dayanarak kült söylemleri üretebilirler.

Kültleşme, Kozalite ve Kutsallık

Tartışmayı kuramsal düzeyden somut çerçeveye indirgemek için yakın zamanda kamuoyuna yansıyan bazı açıklamaları ele almak faydalı olabilir. Bu örnekler kültleşme söylemi ile ne kastedildiğini somut olarak açıklamaya katkıda bulunacaktır.

Örneğin, Cemil Tokpınar 23 Şubat 2018’de yazdığı bir makalede şunları ifade etmiştir:

Çünkü benim duruşum, Hizmet Hareketinin rakamsal başarılarına ya da yerel veya evrensel kabul görmesine ayarlı bir duruş değil. Hocaefendi ve etrafında oluşan muhteşem hizmetin, İlâhî bir istihdam olduğu kadar ülkemize ve insanlığa bir lütuf ve nimet olduğuna inandım.

Tokpınar’a göre Cemaat’in değerlendirilmesi yerel ve evrensel kabul görmesine bağlı değildir. Bu yaklaşıma göre grubun kalan tabanı ve kurumları da bazı kişilerin yanlış tercihleri ile risk altına girse bile bu bir ölçü kabul edilmeyecektir. Çünkü Tokpınar’ın ifade ettiği şekli ile Gülen Cemaati’nin değeri ve doğruluğu “ilahi bir istihdam” nedeni ile her şartta garanti altındadır. İlahi olarak istihdam edildiği için zaten dış dünyadan bir gerekçe ile Cemaat’i sorgulamak imkanı da yoktur. Geliştirdiği mistik yaklaşım ile Tokpınar aslında Cemaat’in başarısının sorgulanma imkanını kategorik olarak yok etmektedir.

Bu yazının İngilizce’ye tercüme edilmesi durumunda, Tokpınar’ın kült söyleminin özelliklerini taşıyan yaklaşımı bir Batılı için —  çağrıştıracağı bazı uç ihtimalleri de düşünürsek— ürkütücü olacaktır. Büyük olasılıkla Batı dünyasında bu metni okuyan her sosyal bilimci, Tokpınar’ın görüşlerini Cemaat’in kültleştiği yönünde bir delil olarak kullanacaktır. Bu yaklaşımda dış dünyadan insanların normal kabul ettiği değerlendirme ölçüleri kabul edilmemektedir. Aksine, grubun doğruluğu ve denetimi ancak ilahi istihdam olarak ifade edilen bir iç mantık ile ispat edilmeye çalışılmaktadır.

Benzer bir örnek olarak Mahmut Akpınar, 20 Şubat 2018 tarihinde yazdığı bir yazıda şöyle demektedir:

Güreş mi yapıyoruz ki yenilelim? Maçta mıyız, bir müsabaka mı var? Hak arayışında, hukuk müdafaasında önemli olan yenmek-yenilmek, dayak yemek, dayak atmak değildir. Ortada bir hukuk, var olma, yaşam mücadelesi varsa kimin güçlü olduğuna bakılmaz. Kimin haklı kimin haksız, kimin zalim kimin mazlum olduğuna, kimin katil kimin maktul olduğuna bakılır.

Bu örnek Tokpınar’ın yazısından bir açıdan farklıdır. Akpınar sürreal bir alana referans vererek bir iç dil kurgulamamaktadır. Aksine, post-modern bir yaklaşımla yenmek/yenilmek gibi kavramların bir tür yapı sökümü ile yeni bir iç dil üretilmesine çalışmaktadır. Akpınar’a göre kimse Cemaat’in performansını sorgulayamaz, çünkü bu bir yarış veya güreş değildir. Dolayısıyla başarı ve başarısızlık gibi kavramlar zaten konuyla ilgili değildir. Başarısız görülen her şey aslında bir başarı olarak yorumlanabilir. Görüldüğü üzere Tokpınar’ın dini-mistik yöntemle yaptığını, Akpınar daha modern, hatta post-modern, bir dil ile yapmakta, ancak son tahlilde Cemaat’in başarı-başarısızlık ekseninde tartışılamayacağını iddia ederek normal hayat ve mantık kriterlerini geçersiz kılmaktadır.

Cemaatin kültleştiği konusunda bol miktarda veriyi sosyal medyada tespit etmek mümkündür. On binlerce takipçisi olan ve saf dini/mistik kült söylemlerini cemaat tabanında yayan pek çok Twitter hesabı bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi olan Hayrettin Tuğ takma isimli, Fethullah Gülen’in kaldığı yerden yayın yaptığını iddia eden, bazen “şöyle buyurdular” şeklinde bazen de üstü kapalı bir şekilde kendisinden alıntılar yapan Twitter kullanıcısı, 26 Şubat 2018 tarihinde şu mesajı paylaşmıştır:

Bu işin sahibi Allah’tır. Kimse bu hizmetle başa çıkamaz. Çünkü mücadeleyi başka zeminde sürdürüyorlar. Bizimle alâkası yok, bütün işleri yapan Allah’tır…Allah’a karşı ilân-ı harp eden bir gün belâsını bulur.

Bu mesajın neden bir kült söylemi olduğunu tartışmaya bile gerek bulunmamaktadır. Cemaat’in bütün işlerini Allah yapmaktadır ve o nedenle bir sorgulamaya dahi girişilemez. Sahibi Allah olan bir şeyi sorgulamak, Allah’ı sorgulamak anlamına gelecektir. Cemaatle uğraşanlar da aslında Allah’a savaş ilan etmişlerdir. Açık bir ifade ile bu mesaj örneğinde bir kült söyleminin zirve noktasını gözlemlemekteyiz.

Bu mesaja verilen tepkilerin analizi de önemlidir. Yukarıda, kültleşmenin bir grubun seçkinlerinin tercihi olduğunun altı çizilmişti. Nitekim, bu mesaja verilen tepkilerin yarısı olumlu, yarısı ise son derece olumsuzdur. Örneğin, bu mesaja tepki gösteren bir Twitter kullanıcısı, benzer söylemlerin ters teptiğini, her olayı dini bir bağlamda ifade edip işin içinden çıkmak yerine yaşanılan problemlere akli ve mantıksal çözümler üretilmesi gerektiğini ifade etmektedir.

Öte yandan, “Tanrı’yı öne sürmek” olarak adlandırılabilecek bu tip kült söylemleri dini açıdan büyük sorunlar doğurmaktadır. Sıkıntılar çeken insanlara eleştirilecek bir adres verilmediği ve bütün sorumluluğun Allah’a ait olduğu söylenince, en azından uzun vadede, insanlar doğal olarak Allah’ı sorgulamaya başlamaktadırlar. O nedenle krize giren dini yapılar, özellikle genç kuşak için bir agnostisizm üretme mekanizmasına dönüşmektedirler.

Kültleşme ve Lider

Kültleşme lider merkezli bir süreçtir. Bu süreçte “lideri koruma stratejisi” şeklinde adlandırabileceğimiz tutum önemli rol oynar. Bütün kültlerde kutsanmış bir lider algısı bulunmaktadır. Zaten pratikte kültleşmek birincil olarak liderin doğası ile ilgili düşüncenin nasıl tanımlandığı ile ilgilidir. Kısaca özetlersek kült bir liderin iki somut özeliği vardır: i. Bütün yanlışlar ona rağmen gerçekleşmiştir, ii. Liderin yanlışlarında bile bir hikmet vardır. Böylece kültleşen lider fiilen kutsanarak aklın ve tarihin dışında tanımlanır. Gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de liderler genelde kültleşmişlerdir. Türkiye sosyolojisinin bu yansıması, bir ölçüde Gülen Cemaati’nde de bulunmaktadır. Ancak burada kritik nokta günümüzde Cemaat’in söyleminin lider algısını nasıl yönlendirdiğidir.

Lider konusunda dönüşümü takip etmek için yakın zamanda verdiği bir mülakatta Süleyman Sargın’ın söyledikleri önemli ipuçları taşıyor:

Ama yukarıda bahsettiğim hastalıkların tesiriyle biz bu yükü taşıyamadık. Çünkü o hastalıklara işaret eden ve tedaviler öneren Hocaefendi’yi dinlemedik. Burada şu kurum, bu kurum, falan şahıs değil kastım. Hocaefendi’nin elli yıllık yol arkadaşları M. Ali Şengül, Abdullah Aymaz ve İsmail Büyükçelebi abiler dışında bunun istisnası yok. Ben de dâhil hepimizin hataları ve kusurları oldu.

Sargın’a göre yaşanan sorunlar lideri dinlememekten kaynaklanmıştır. Bu açıklamanın iç mesajına göre aslında liderin söyledikleri yapılmamıştır. Ancak bu kadar insanın liderin söylediklerini, üstelik çok uzun bir süre, neden yapmadıklarını ve tam olarak neyi yapmadıklarını anlayamıyoruz. Mesela lider ne zaman ne demiştir ve buna kim niye uymamıştır?

Esasen bu yaklaşımda iki nokta göze çarpıyor: Sargın, hata yapanlar listesinden bazı isimleri muaf tutuyor. Buna göre ismi geçen Şengül, Aymaz ve Büyükçelebi hata yapmamıştır. Bu isimlerin de lidere yakınlık dışında ne tür bir özellikleri olduğu veya son süreçte neyi doğru yaptıkları açıklanmamaktadır. İkinci nokta, herkes kusurludur ve hata yapmıştır. Bu tanım ile “herkes” kümesi içine Cemaat’in son süreçte kritik kararlarını alan kişiler de tabanla birlikte kaynaşmakta ve “arada kaybolmaktadırlar.” Herkes hata yaptığı için zaten belirli kişilere “madem hata yaptınız hesap verin” deme imkanı kalmamaktadır. Böyle totolojik bir hata yapma tanımı, sonuçta kimsenin “hata yaptığı için tasfiyesini” gerektirmeyen bir algı üretmektedir. Halbuki “herkes hata yaptı” önermesi ikna edici olmaktan uzaktır. Cemaatin tabanındaki bir öğretmenin yaptığı hata ile cemaatin üst karar alma mekanizmalarındaki kişilerin yaptığı hataları “hepimiz hata yaptık” gibi ifadelerle aynı küme içinde tartışmak herkesin düz mantıkla anlayacağı gibi bir kelime oyunudur. Bu tip ifadelerle korunmak istenen Cemaat değil, üst düzeydeki hata yapan kişilerdir.

Öte yandan bu örnekte Cemaat’in seçkinleri görünüşte “lider hata yapmadı, biz yaptık” demekte ancak bunu diyerek paradoksal biçimde güçlerini korumakta, hatta sağlama almaktadırlar. Dolayısıyla, bu tip açıklamalarda temel bir mantıksal çelişki bulunuyor. Dünyadaki bilinen bütün politik, ahlaki ve başka düzenlerde “lider hata yapmadı onu dinlemeyerek ben hata yaptım” diyen kişinin ortalıkta bir daha pek görünmemesi beklenir. Yani, bu açıklama zahiren lideri korumak için söyleniyor gibi görünse de pratikte hata yapanların kendilerini koruma söylemidir. Yukarıda ifade edildiği gibi “lideri koruma stratejisi” ile bir kült söylemi oluşturulmakta ve bu söylem seçkinlerin konumunu sağlamlaştırma aracı olarak kullanılmaktadır.

Ancak bu söylemde hem Cemaat’e hem de Gülen’e son derece zarar veren bir dinamik de bulunuyor: Bu tür görüşleri sık ortaya atanların sandığının aksine, modern dünyada lideri koruyarak sorumluluğu alt tabakadaki insanlara dağıtmak hiç itibar görmeyecek, hatta otoriterlik olarak algılanacak bir izah türüdür. Dolayısıyla bu tip açıklamalarla sadece Cemaat’in kültleştiği algısının Batı dünyasında pekişmesine katkıda bulunulmaktadır. En azından, “lider ve etrafında küçük bir grup dışında hepimiz hata yaptı” demek modern dünyada çocukça bir açıklama olarak kabul edilir. Parmakla sayılacak kadar az insanın dışında diğer mensuplarının liderini anlayamadığı ve dinlemediği bir Cemaat ciddi bir patolojiye işaret eder. Dolayısıyla bu tip yaklaşımlar Cemaat’in kültleşmesinin yanı sıra ciddiye alınmama sonucunu da üretir. Çünkü bu yaklaşım, Gülen Cemaati’ni, kendisini ve ülkenin kaderini belirleyen hayati konularda yıllarca liderin dışında sürekli olarak hata yapan ve birbiri ile anlaşamayan bir insan topluluğu biçiminde tanımlamaktır.

Sonuç

Gülen Cemaati üzerine yakın zamanda yapılan tartışmalar gözden geçirildiğinde —bu yazıda çeşitli örnekleri ele alındığı gibi— bazı aktörlerin söylemlerinin bir kültleşme sorununun oluşmasına katkıda bulunduğu tespitini yapmak yerinde olacaktır. Halbuki, bir kült olmaya yönelmek her hangi bir sosyal grup için yapılabilecek en ciddi hatalardan birisidir. Diğer taraftan bu bağlamda altı çizilmesi gereken bir nokta da şudur: Cemaat’in bilgi üretme mutfağında çok sayıda ilahiyatçı vardır ve bunların modern dünyayı ve özellikle de Batı toplumlarını doğru okuyabildikleri konusunda ciddi soru işaretleri bulunmaktadır. Cemaat’i savunma niyeti ile aslında kültleşmeye katkıda bulunacak fikirlerin bu kadar rahat ortaya atılmasının bir nedeni, hareketin söylemini inşa eden bu grubun kutsallık ve liderlik gibi konularda sadece Batı toplumlarının değil, Türk toplumunun bile kabul etmeyeceği iddialı söylemler üreten bir bakış açısına sahip olmasıdır.

Yazdır