Kıtalar Arası fikirlerin tartışıldığı bir platform; kişiler ve olaylar soyut fikirlere somut örnekler olarak ele alınabiliyor. Hakkımızda kısmında bunu açıkça yazdık. Bu yazımda Alfred Stepan’ın aramızdan ayrılışını onun fikri mirasında önemli bir yer tutan İslam ve demokrasi ilişkisinin bilimsel incelenmesi çerçevesinde ele alacağım.
Stepan 27 Eylül’de 81 yaşında hayata gözlerini yumdu. Dünya çapında bir siyaset bilimci, özellikle karşılaştırmalı siyaset alanının en önde gelenlerinden idi. Benim için hem hoca, hem arkadaş, hem de ilham kaynağıydı. 1971’den 1996’ya kadar çeyrek asırlık bir süre içinde bir çok eser verdi. Brezilya başta olmak üzere, Latin Amerika ülkelerinde sivil-asker ilişkileri ve toplum-devlet ilişkileri konusunda bir otorite haline geldi. Juan Linz (1926-2013) ile birlikte dünya genelinde demokratikleşme konusunda da çok önemli kitaplar yazdı.
Bu birikiminin ardından hayatının son yirmi yılında din ve demokrasi çalışmaları konusuna odaklandı. 2000 yılında yayınladığı “Din, Demokrasi ve Karşılıklı Hoşgörü” başlıklı makalesi büyük ses getirdi. Bu makalede John Rawls’un “dini inançlar kamusal tartışmaların dışında tutulmalıdır” görüşüne karşı çıktı. Stepan’a göre eğer din ve siyaset birbirlerinin bağımsız alanlarına karşılıklı saygı gösterir ve birbirleri üzerinde hakimiyet kurmaya çalışmazlarsa, ikisi arasında bir ilişkinin var olması demokrasiye zarar vermez. Buna örnek olarak da Avrupa’da resmi kilisesi olan İngiltere gibi ülkeleri göstermekteydi.
Stepan’ın makalesinde eleştirdiği bir diğer görüş ise Samuel Huntington’ın “Katoliklik ve Protestanlık dışındaki dinlerin din-devlet ayrımını kabul etmedikleri” tezidir. Stepan’a göre tüm dinler “çok sesli”dirler, zira her dinin demokrasiye uygun veya karşıt yorumlarını bulmak mümkündür. Bunun da ötesinde, Stepan laikliği de “çok sesli” olarak tanımlar. Laik rejimlerin hem demokrat hem de otoriter olabileceklerini örnekleriyle anlatır. Netice olarak Stepan’ın önerisi keskin bir din-devlet ayrımı yerine, din ve devletin birbirlerinin sınırlarını çiğnemeyecekleri bir “karşılıklı hoşgörü” prensibidir.
Sonraki yazılarında da Stepan İslam’ın sadece otoriterliği netice vereceği iddiasına ısrarla karşı çıktı. Graeme Robertson ile 2003 ve 2004’de kaleme aldığı iki makalede Stepan, otoriterlik oranının Arap ülkelerinde çok yüksek olduğunu, Arap olmayan Müslüman-çoğunluklu ülkelerin ise Müslüman-çoğunluklu olmayan komşularından çok farklı olmadıklarını vurguladı. Bu makalelere göre Arap olmayan Müslüman ülkelerdeki otoriterlik fakirlik ile alakalıydı. Kişi başına düşen milli gelir düşük ise, bu ülkeler genelde otoriter rejimlere sahip olmakta; yüksek ise, demokratikleşebilmekteydiler. Dahası, fakir olmasına rağmen demokrasiyle yönetilen, Senegal gibi örnekler de vardı. Arap ülkelerinde ise durum farklı idi. Bir çoğu çok yüksek kişi başına düşen milli gelirleri olmasına rağmen, otoriter idiler. Stepan Arap ülkelerinde neyin otoriterleşmeye sebep olduğunun araştırılması gerektiğini; ama bu sebebin İslam olmadığının, Arap olmayan Müslüman ülkelere bakılarak anlaşılacağını iddia ediyordu.
İslam ve demokrasi konusunda araştırmaları derinleştirmek ve genç akademisyenleri desteklemek isteyen Stepan uzun yıllar dekanlık ve profesörlük yaptığı Columbia Üniversitesi’nde Demokrasi, Hoşgörü ve Din Araştırmaları Merkezi’ni (CDTR) kurdu. Ben Ocak 2008 ile Haziran 2009 arasında CDTR’ın başkan yardımcısı olarak Stepan ile çalışma fırsatı buldum. Stepan sadece entelektüel dinamizmi ve akademik derinliğiyle değil, insani özellikleri ile de herkesin beraber çalışmak isteyeceği biriydi. Bu süre içerisinde CDTR hem din-devlet ilişkilerine dair küresel çalışmalara zemin oluşturdu, hem de üç Arap olmayan Müslüman-çoğunluklu demokrasi üzerine konferanslar düzenledi. Bu ülkeler Türkiye, Endonezya ve Senegal idi. Stepan’ın bu üç ülkeye odaklanmaktaki düşüncesi İslam, demokrasi ve “karşılıklı hoşgörü”nün bir arada olabileceklerini göstermek idi. Konferansların sonucu olarak ortaya çıkan kitapların Türkiye üzerine olanını Stepan ve ben, Endonezya üzerine olanı Stepan and Mirjam Künkler, Senegal üzerine olanı ise Mamadou Diouf edit etti. Türkiye kitabı Türkçe’ye de tercüme edildi. Bu kitaplardaki makalelerinde Stepan, İslami aktörlerin demokrasiye katkı yaptıkları örneklerin altını çizdi. Verdiği örneklerden biri Senegal’de İslami lider ve grupların kadın sünneti ve AIDS’e karşı çalışmalara verdikleri destek idi.
Arap İsyanları başladığında Stepan bölgedeki demokratikleşme çabalarına katkı verecek birikime de, isteğe de sahip idi. Project Syndicate’deki köşesinde Linz ile bir yazı kaleme alarak devrim sonrasında Mısır’ın demokratikleşebilmesi için güçlü başkanlık sistemini terk etmesi gerektiğini savundu. Özellikle incelediği ve hakkında makaleler kaleme aldığı ülke ise Tunus idi. Arap ülkeleri arasında bir demokrasinin doğuşunu eski argümanının yanlışlanması gibi görmedi; aksine Tunus’un demokratikleşmesini heyecanla destekledi. Stepan ile Nisan 2013’de Tunus’ta “İslam ve Demokrasi” konulu bir konferansta bir araya geldik. Tunusun demokratikleşmesi önündeki engellerin farkındaydı, ama kat edilen mesafeyi önemsiyordu.
Stepan’ın İslam ve demokrasi konusundaki en büyük hayal kırıklığının Türkiye olduğunu belirtmek abartı olmayacaktır. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının ilk döneminde, Kemalistlerin dışlayıcı laik politikalarını eleştirmiş ve İslami aktörlerin siyasete katılımının Türk demokrasisini güçlendireceğini umut etmişti. 2008 yılında Stepan ve ben uluslararası bir konferans düzenleyerek Ergun Özbudun başkanlığında bir heyet tarafından kaleme alınan yeni anayasa taslağını tartıştık. Ardından AKP’ye açılan kapatma davasına bu konferans da anlaşılmaz bir şekilde dahil edildi. AKP’nin Anayasa Mahkemesine sunulan savunma dosyasına eklenmek üzere resmi bir yazı göndererek, konferansın CDTR tarafından organize edildiğini, AKP’nin organizasyonu olmadığını açıkladık. Dahası Stepan, Project Syndicate köşesinde kapatma davasını “laik fundamentalizm” göstergesi olarak eleştiren bir yazı kaleme aldı. Yazıya isimlerimizi beraber koyma teklifini kabul etmedim. Zira bir Türk’ün yazdıklarından Türklerin, özellikle de davayı açan zihniyetin, etkilenmeyeceğini, sadece bir yabancı isimle çıkmasının yazıyı daha etkili kılacağını biliyordum. Sonrasında Stepan’ın AKP’nin kendisini ABD’de ifade edebilmesi konusundaki desteği devam etti. 2009 yılında Columbia Üniversitesi mezunu Barack Obama’nın başkanlığı devralmasını takip eden günlerde, Tayyip Erdoğan’ın danışmanları Columbia’da bir konuşma için bizimle irtibata geçtiler. Stepan ile konuşmanın gerçekleşmesini sağladık. Erdoğan’ın konuşmada moderatörlüğünü de Stepan yaptı.
2012 yılına geldiğimizde ise köprünün altından çok sular akmıştı. Polisin sert bir şekilde bastırdığı Gezi olaylarının ardından, Stepan bana kısa ama önemli bir email mesajı gönderdi. Linz ile konuştuklarını, Erdoğan’ın fırsatı kaçırdığını düşündüklerini aktarıyor ve bana soruyordu “Yanlış mı [düşünüyoruz]?” Bu soru Stepan’ın her zamanki tevazusu ve başkalarının fikirlerine önem vermesinin bir yansımasıydı. Tabii ki yanlış düşünmüyorlardı. Erdoğan, Türkiye’yi daha da demokratikleştiren bir lider olarak tarihe geçme fırsatını kaçırmıştı. Dahası İslamcıların asla demokrat olamayacaklarını iddia edenleri haklı çıkaran bir yola girmişti. 2015 yılında Stepan ile Floransa’da bir konferansta bir araya geldik. Türkiye’de demokrasinin yıkılışı karşısında çok üzgündü; hala umutlu olmaya çalışıyordu.
Hayatının sonuna kadar email ile irtibatımız devam etti. Görüştüğümüz konulardan biri Türkiye üzerine ortak bir makale kaleme almak idi. Ben, Türkiye’nin otoriterleşmesinde İslami fikir ve aktörleri birinci dereceden sorumlu tutma noktasına gelmiştim. O ise bunun yerine Erdoğan’ın otoriter liderliğine odaklanma taraftarıydı. Stepan, İslam ve Müslümanlar hakkında olumsuz genellemeler yapmama prensibini son anına kadar korudu. Müslümanlara yönelik derin bir sempatisi ve güçlü bir anlama çabası vardı. Müslümanlara olan saygısı tüm insanlara yönelik saygısının bir uzantısıydı. Bunun temelinde de özgür ve devamlı işleyen aklı ile her tür dini ve etnik gruba el uzatabilecek genişlikteki vicdanı yatmaktaydı. Vefatı özelde Müslüman ülkeler üzerine araştırmalar, genelde ise siyaset bilimi için büyük bir kayıptır. Akademik mirasının talebeleri ve ilham verdiği diğer insanlar tarafından devam ettirilmesini ümit ediyorum.
Stepan örneğinde Türkçe okuyanlar için önemli dersler olduğunu düşünüyorum. Günümüz Türkiye medyasında Batıyı şeytanlaştıran, her komplonun arkasında gören yayınları okuyanlar için. Özellikle de Batı’nın nerdeyse her yönü ve her ferdiyle İslam düşmanı olduğu propagandasına maruz bırakılan gençler için alınacak çok dersler var Stepan’dan…
Bu yazının önceki bir versiyonu İngilizce olarak openDemocracy’de yayınlanmıştır.