Bu yazının temel önermelerini tartışmadan önce hemen burada iki noktanın altını çizmek gerekiyor.

i. İnanç, kişisel bir alana hitap eder, dolayısıyla insanlar Sünni, Şii veya başka bir inanç sistemine katılmakta özgürdürler ve kimse bunu sorgulayamaz, herkesin inancı saygıdeğerdir. Sünni olmak ve Şii olmak eşit düzeyde saygıdeğer bireysel tercihlerdir.

ii. Bu yazıda “Sünniliğin Şiileşmesi” gibi kavramlar kullanılırken hiç bir biçimde Şiilik bir olumsuzluk kategorisi olarak tanımlanmamıştır. Dolayısıyla bu yazının içeriğinde “Sünnilik Şiileşiyor, bu kötü bir şeydir” türünden bir anlam söz konusu değildir. Bu tip kavramlar, bir değer yüklenmeksizin tarihsel ve sosyolojik durumları tespit için kullanılmıştır.

Bu hatırlatmadan sonra yazının temel önermesine dönelim: Sünnilik, kökeni ve tarihsel pratiğinden farklılaşarak zamanla temelde Şiiliğe ait bir algı ve pratiği içine katmıştır. Bilindiği üzere Şiiliğin temelini oluşturan imamet teorisine göre Tanrı tarafından seçilmiş kişiler vardır ve insanları kurtuluşa bunlar erdirecektir. Zamanla, esasında Şiiliğe ait olan imamet düşüncesi “Allah belirli zamanlarda bazı insanları seçer, görevlendirir” şeklinde Sünniliğin içine alınmıştır. Sünniler, Şiiler gibi bir imamet kavramını benimsemese bile artık günümüzde yaygın olarak belirli zamanlarda Tanrı’nın seçtiği ve görevlendirdiği insanların peşinden gitmenin gerektiğine inanmaktadırlar. Kulağa çok tuhaf gelse bile fiilen ortada bir Sünni imamet teorisi bulunuyor.

Halbuki tarihsel olarak Sünni düşünce, bir insanın arkasından seçilmiş olduğu için gidilmesi ilkesine dayanmaz. Sünni düşüncede bir insan eğer talip olduğu görevleri yerine getirecek yeteneklere sahipse desteklenir. Daha açık yazarsak Sünni siyaset teorisinin kökünde seküler bir tercih anlayışı yatıyor. Yani insanlar, birisini yetenekleri ve talip olduğu görevi hakkıyla yerine getireceği için kabullenmektedirler yoksa o kişinin Tanrı tarafından seçildiği için değil.

632 yılında İslam peygamberi öldüğü zaman Ebu Bekir’in halife olarak seçilmesinin arkasında da aynı gerçek vardı: Ebu Bekir, Tanrı tarafından seçildiği için değil, belirli özellikleri talip olduğu pozisyona uygun olduğu için desteklenmiştir. Halbuki, imamet teorisine göre seçilmiş kişi Ali idi ve insanların O’na biat etmemesi büyük bir hataydı.

Dolayısıyla Sünnilikte kişinin “ben seçilmiş biriyim” önermesi ile iktidar talep etmesi kabul edilmez. Yahut “vazifeli oldukları için” bazılarının tarihsel rolü olduğuna inanılması özünde Sünni düşünce ile çelişen bir durumdur.

İmamet Teorisinin Sünniliğe Aktarılması

Ne var ki, kökende ve inançtaki farklılığa rağmen zamanla Sünni düşünce bir tür alternatif imamet teorisi geliştirmiştir. Buna göre; Allah belirli insanları apaçık biçimde seçmektedir. Bu seçilmiş insanlar, türlü ilhamlara mazhar olmakta ve insanları seçildikleri dönemde kurtarmakla görevlidirler. Doğal olarak, seçildikleri düşünülen bu insanlar, toplumsal meşruiyetlerini bu düşünceden devşirmekteydiler.

Zamanla bu durum yaygınlaşmıştır. Örneğin bugün Pakistan’dan, Kuzey Afrika’ya İslam dünyasında üç aşağı beş yukarı bütün İslami hareketler, liderlerini bir şekilde “seçilmiş” yahut “vazifeli zat” olarak görürler. Muhtemelen bütün İslam dünyasında herkesin liderini Tanrı’nın seçtiğini düşündüğü şeklindeki bir durumla bu kadar yaygın biçimde ilk defa karşı karşıyayız.

Uygulamada Sorunlar

Sünniliğin tıpkı Şiilik gibi seçilmişlik teorisine göre şekillenmesi, belirli büyük sorunlar doğuruyor. Bunları kısaca tartışmak gerekirse ilk akla gelen konular şunlar:

i. Liderler manen seçilmiş oldukları için ölene kadar “iktidarda” kalmaktadırlar. Çünkü Tanrı’nın seçtiğini kimse yerinden edemez. Dolayısıyla İslami tarikat ve cemaatler, lider ölmeden onun yerine birini getiremedikleri için fiilen “monarşik” karakterdedirler. Başka bir açıdan İslami gruplar, liderlerine mahkumdur; yaşanılan sorunlar ne olursa olsun onları değiştiremezler. Liderinin nasıl değişeceği konusunda yazılı veya sözlü kuralların olmadığı bir yapı, ister devlet ister kooperatif olsun fiilen bir monarşidir.

Mesela Çin Komünisti Partisi’nde bile 65 yaş üstü emeklilik ilkesi vardır. Batı tipi bir demokrasisi olmadığı halde bu değişim, Çin’e büyük bir dinamizm kazandırmaktadır. Değişim ilkesi nedeni ile Çin, her zaman liderinden büyüktür. Halbuki, lider değişmeden kaldığı zaman kendisi ve yapısı arasında özdeşlik doğar. Liderin ölene kadar yönettiği ülkeler/yapılar ise liderle özdeşleşir ve bu büyük sorunlar doğurur. Örneğin, Libya, Kaddafi’nin Libya’sı olur. Yahut, Özbekistan’da olduğu gibi insanlar değişim için çaresizlikle liderlerinin uzayan hastalığına rağmen yatakta ölmesini bekler.

ii. Liderin seçilmiş olduğu düşüncesi sürekli ve büyük bilgi ve anlayış hatalarının kalıcı biçimde yayılmasına neden olmaktadır. Seçilmişlik sendromu sonucu lider, her konuda düşüncelerine itibar edilen bir kişi haline gelmektedir. Farklı konularda sürekli yorum yapan, kitap yazan, ölçüler koyan İslami liderler, zamanla çeşitli büyük sorunlara neden olmaktadırlar. Örneğin, takipçilerini sürekli olarak düşük yoğunluklu bilgilere mahkum etmektedirler. Takipçileri, tarih, ekonomi gibi konularda bile “vazifeli” olduğunu düşündükleri kişilerin kitaplarını okumaktadırlar. İslam dünyasında bu şekilde tarihten ekonomiye oradan biyolojiye pek çok alanda son derece demode, düşük yoğunluklu, fiilen işe yaramaz bilgilerle donanmış insanlar ortaya çıkmaktadır.

Burada düşük yoğunluklu doğru konusu son derece önem arz etmektedir. Sosyal ve doğa ile ilgili sorunların çözümü için uzmanlık bilgisi gerekmektedir. Ne var ki, günümüz İslam dünyası işlevsel olmayan düşük yoğunluklu doğrulara boğulmuştur. Bu düşük yoğunluklu doğrular, hastayı iyileştirmemekte, işsizliğe çare olmamakta, teknolojik gelişime yol açmamakta, tarihi algılamakta işe yaramamaktadır. Belirli konularda özü itibari ile doğru ama genel geçer yaklaşımlar olarak görülebilecek olan bu düşünceler ile bir yere varılmasına imkan yoktur. Halbuki gerekli olan somut, işlevsel, ele aldığı konu hakkında geniş bir alanı ve ayrıntıları içeren uzmanlık bilgisidir. Ne var ki, seçildiğine inanılan İslami lider, örneğin tarih konusunda konuşmaya devam ettikçe düşük yoğunluklu doğruları sürekli olarak pompalamakta ve buna karşı uzmanlık bilgisini savunmanın imkanı kalmamaktadır. Daha kötüsü, düşük yoğunluklu doğrulara alışmış insanlar, zamanla uzmanlık bilgisini görünce şok olmakta hatta bunu kabul etmemektedir. Mesela sırf İslami liderlerin yaydığı düşük yoğunluklu İslam tarihi nedeni ile bugün İslam dünyasında ortalama akademik ve bilimsel bir düzeyde tarih anlatma imkanı neredeyse kalmamıştır.

Daha büyük bir sorun ise bilgisel yanlışlıklar konusudur. Pek çok İslami liderin kitaplarında ve konuşmalarında tarih, fizik, ekonomi gibi konularda vahim maddi hatalar bulunmaktadır. Ancak seçilmişlik sendromunun etkisi ile kutsanan bu eserler olduğu gibi kabul edilmektedir. Modern dönemdeki tipik İslami lider, hemen her konuda yorum yapmaktan hatta ölçü koymaktan çekinmez. Teorik olarak uzmanlığı kabul etse bile tarih, ekonomi hatta biyoloji (üstelik genetik gibi bu dalın en karmaşık alanlarında) konuşmaktan çekinmez. Ancak, yerleşik seçilmişlik inancı dolayısıyla, liderin düşüncelerindeki maddi hataların ayıklanması söz konusu olamaz. Ne var ki; bu durum, zamanla pek çok yanlış bilginin yaygınlaşmasına yol açmaktadır. Mesela bugün dünyada biyolojinin bazı alanlarında ve hatta evrenin işleyişiyle ilgili fiziğe ait konularda İslam dünyası yanlış pek çok bilginin yaygınlaşmasında başı çekiyorsa burada bu konularda konuşmuş ve kitap yazmış İslami liderlerin rolü büyüktür. Fakat, seçilmişlik sendromu nedeni ile bu tip maddi hatalar da kalburun deliklerinden rahatlıkla geçmektedir.

İnanç ve Sonuçları

Yazının başında altını çizdiğimiz noktaya tekrar dönelim: İnanç kişisel bir alandır. Bir kimse başka birinin Tanrı tarafından seçildiğine inanıyorsa buna kimse bir şey diyemez. Son tahlilde inanç, öznel bir duruma işaret eder. Örneğin bu yazıda olduğu gibi seçilmişlik düşüncesi yanlış bulunabilir ama bir kişinin tercihi olarak saygı gösterilmelidir. Aklımıza yatmasa da kişilerin neye inandığına karışma hakkımız yoktur. O nedenle bu yazı, inanca ait belirli bir alanda kişilere “şunu yapın, şöyle inanın” dememektedir. Yazı, sadece “Tanrı tarafından seçilmiş kişilerin olduğuna inanmanın” bazı sosyal sorunlar doğurduğunu ve bunun Sünni düşünce ile uyum içinde olmadığını hatırlatmaktadır.

Yazdır