Değerli yazar Gökhan Bacık, Kıtalar Arası’nda “ ‘Gecekondu Peygamberlik’ Sorunu ve Bir Çözüm Önerisi” başlıklı önemli bir yazı kaleme aldı. Yazıda katıldığım ve katılmadığım noktaları açıklamak istiyorum. Yazının ana fikri bana ikna edici geldi. Kısaca özetlemek gerekirse: İslam, Hz. Muhammed ile peygamberlik kurumunu son erdirmek konusunda çok açık bir mesaja sahiptir. Buna rağmen “peygamber gibi” liderler hem tarihte hem günümüzde ortaya çıkmışlar; bunlara peygamber denilemeyeceği için de evliya, kutup, gavs gibi isimler kullanılmıştır.
Zamanla evliyalık müessesesi manevi ilham kaynağı olmaktan çıkıp sosyo-ekonomik bir iktidar aracı haline gelmiştir. Kutsal din duyguları dünyevi otorite için suiistimal edilmiştir. “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” gibi laflar ile, “ölüm döşeğimde şeytan bir bardak su ile gelip imanımı çalmaya çalışacak, ama şeyhim gelip imanımı kurtaracak” gibi inançlar ile bireyler şeyhlerine manevi köle haline getirilmiştir. Bu açıdan bakınca Bacık’ın yazısı önemli bir sosyal problemin can alıcı noktasına parmak basmaktadır.
Bacık’ın vurguladığı bir başka önemli nokta ise hem direk günümüzle alakalı, hem de yazarın çözüm önerisinin merkezinde. Tarihte evliya olarak görülen tarikat şeyhleri ve başka tasavvuf büyüklerinin peşinden genelde halk kitleleri giderdi. Günümüzde ise kaliteli eğitim almış bir çok kişi İslami gurupların içinde yer alıyorlar. Bu kişilerin bir çoğu liderlerinin evliya olduğunu düşünerek onlara biat ediyor, böylece hem bireysel iradelerini, hem de eğitim ve uzmanlıklarını işlevsiz hale getiriyorlar. Bacık, bu kişilere mesleki uzmanlıklarını kullanmalarını, içinde bulundukları İslami guruplara bu şekilde katkıda bulunmalarını ve robot gibi davranmamalarını öneriyor.
Bu önemli ve etkili yazıda yanlış anlaşılabilecek bazı noktalar var. Yazarın velayet ve irfan gibi kavramların istismar edilmelerini mi, yoksa bu kavramların varlıklarını mı sorguladığı net değil. Bu kavramlar tarihten günümüze, taktiksel unsurlar gibi görüldüğü takdirde tüm tasavvufun zararlı görülmesi söz konusu olabilir. Bu tarz bir yaklaşımın İslam’ı mistik ögelerden arındırıp, sadece şekli kurallara indirgemesi gibi bir duruma kapı açma ihtimali var. Daha somut konuşmak gerekirse tasavvufun temelden reddi, Sünni Müslümanlar arasında Selefiliğin güçlenmesini netice verebilir.
Tarihi perspektiften bakıldığında, tasavvufun İslam’daki yerine dair en etkili şahsiyet, Bacık’ın da yazısında yer alan, Ebu Hamid el-Gazali’dir. Gazali’nin hem felsefeye yönelik eleştirilerinin aşırılığı, hem de mistik bilgiye hiyerarşik bir konum atfetmesi noktalarında Bacık’ın eleştirilerine katılıyorum. Ama yine de İhya-u Ulumid-Din adlı eserinin ilk cildinde, Gazali’nin, fıkhın şekilciliğine yönelik eleştirilerini ve bu şekilciliğin doğurduğu anlam boşluğunu tasavvuf ile doldurma çabasını önemli görüyorum.
Aslında Bacık’ın yazısındaki tasavvufa yönelik eleştiriler onun reformu için bir katkı olarak da görülebilir. Bu konuda en ciddi kafa yoranlardan Ibn Haldun’u (1332-1406) da anarak yazıya son vermek istiyorum. Kimi yazarlara göre İbn Haldun bir Sufi idi; diğerlerine göre ise Sufi değildi ama tasavvufa ilgi duyuyordu. Tasavvuf konusunda müstakil bir kitabı olan İbn Haldun, en meşhur eseri Mukaddime’de tasavvufa yönelik ciddi eleştirilerde bulunmuş ve bir çeşit reform önermiştir.
İbn Haldun keşif, irfan ve kutup gibi kavramlara tasavvufun başlangıcına atıfla tenkit etmiştir. O’na göre İslam tarihin ilk dönemlerindeki Sufiler keşif ve keramet istemez; hatta bu tür şeylerden kaçınırlardı. Bu Sufilerin amacı güzel ve örnek bir hayat ortaya koyabilmekti. Sonradan kutup ve gavs gibi kavramlarla velayet müessesesi kurumlaşarak hiyerarşik bir hal aldı. İbn Haldun bu tür bir velayet hiyerarşisinin hem mantığa hem de Sünni İslam anlayışına aykırı olduğunu iddia etmektedir. Ibn Haldun’un eleştirileri büyük ölçüde Bacık’ın eleştirileri ile benzerlik ortaya koymaktadır.
Tenkit Batı medeniyetinde akademiden ticarete, sanattan yemek yapmaya kadar her konuda gelişmenin aracıdır. Müslüman ülkelerde de eleştirinin her alanda yaygınlaşması daha iyiye gitmeye katkı sağlayacaktır. Bacık’ın eleştirilerinin tasavvuf anlayışımıza bir katkı olduğunu düşünüyorum. Umarım benim tenkidim de onun yazısının anlaşılması ve etkisi adına bir katkı sağlar.