Ahmet Kuru’nun Kıtalar Arası’nda yayınlanan son yazısı çeşitli tartışmalar başlattı. Kuru’nun makalesi ile başlayan tartışmalar ve bu yazıya verilen çeşitli tepkiler, zengin sosyolojik tespitler yapılmasına olanak vermektedir. Bir açıdan bu tip yazılar ile soyut olarak hakkında bahsedilen şeylerle ilgili somut yansımalar tespit etmek ve bunları analiz etmek imkanı doğar.

Kuru’nun yazısı sonrası ortaya çıkan bu somut sinyalleri çeşitli açılardan yorumlamak mümkün.

İlk olarak, Kuru’nun yazısı lider ve sorumluluk arasında bir bağ kurmakta. Daha açık yazmak gerekirse Kuru, “cemaatin” yaşadığı sorunların bir şekilde “liderin” yani Fethullah Gülen’in verdiği kararlardan yahut yaptığı yorumlardan kaynaklandığını yazmıştır. Elimizdeki istatistiklere göre Kuru’nun yazısı Kıtalar Arası’ndaki diğer yazıların ortalamasına göre yaklaşık dört kat daha fazla okunmuştur. Bir bakıma Kuru’nun, Gülen’i alenen eleştirmesi olumlu/olumsuz bir ilgi oluşturmuş görünüyor. Tepki veren kitlenin azının yahut çoğunun Kuru ile benzer düşünüp düşünmediğini elimizdeki istatistiklerden anlamak imkanı yok. Ancak burada Kuru’ya olumsuz verilen tepkilerin (atılan emailler, yazılan twitler, yazılan karşı eleştiri yazıları vb. ele alınarak) analizini yapmak mümkün.

Kısaca yazmak gerekirse farklı nedenlere dayanmakla birlikte esasen Kuru’yu eleştirenler Gülen’in bir şekilde eleştirilmesini istemiyor. Bu tepkinin bazısı duygusal bazısı rasyonel nedenlerden kaynaklanırken bazıları açıkça dogmatik bir cemaat sadakatinden kaynaklanıyor. Ancak burada benim altını çizmek istediğim nokta şudur: Kuru’ya olumsuz tepki verenlerin hemen hepsi bir “cemaat istisnailiğine” inanıyor. Yani, bu kişiler cemaatin bir istisnai olgu olduğunu ve her şeyden farklı olduğunu düşünüyor. Hal böyle olunca aslında eleştirilmesi lazım gelen ve gayet makul şeyleri söylemeyi yadırgamaktadırlar.

Bilimsel olarak “istisnailik”, “ama biz farklıyız” düşüncesine dayanır. Buna göre kişiler mensubu oldukları hareketi tarihsel ve başka nedenlerle farklı olarak algılar. İstisnailik esasen bir tür illüzyondur ve bu illüzyon kişilere “ama biz farklıyız” algısı içinde standart tepki verme imkanı verir. Böylece bütün diğer Ortadoğu hareketleri gibi lideri eleştirene tahammül edilmez ama bu yapılırken sanki Cemaat’in bunu haklı ve farklı gerekçelerle yaptığı sanılır. Tepkilerden benim anladığım geniş bir kitle, Cemaat’in tarihsel olarak farklı, ayrı, istisnai olduğuna inanmış durumda. Bu istisnailikten dolayı, Cemaat istisnai muamele istiyor ve liderinin ayrı bir kefeye konulmasını istiyor.

Halbuki, Kuru’nun yazısına liderin korunması başlığı altında verilen tepkiler tipik bir Orta Doğu az gelişmişlik sorunu olarak okunmalıdır. Orta Doğu’da genel olarak kimse liderinin eleştirilmesini istemez. O nedenle her hareket yahut siyasi parti, “ama biz farklıyız” diyerek standart tepki vererek liderine yönelik eleştiriyi ret eder. Olması gereken kural basittir: Liderin her kararı eleştirilir. Doğal olarak bazıları da liderin her kararını savunabilir. Bir hareket ne kadar liderinin eleştirilmesini kanıksar ise o kadar şeffaf, demokratik kültürü benimsemiş demektir. Türlü nedenlerle ne kadar bu eleştirilere tahammülsüzlük gösterir ise tipik Orta Doğu örneklemine o kadar yaklaşmış demektir.

Lider ve sorumluluk arasındaki ilişkiye ister Marksist ister İslami ister liberal açıdan bakın aynı sonuca ulaşırsınız: Bir lider, siyaseten bütün sorunların sorumlusudur. Klasik İslami literatürde bu, Halife Ömer’in “Fırat’ın kıyısına bir koyun kaybolsa benden sorulur” özdeyişi ile özetlenir. Kuru’nun yazısına gelen tepkilerde ise “lidere rağmen alınan kararlar”, “liderin çevresinin yanlışlara neden olması” gibi izahatlar görülüyor. Bu konuyu biraz tartışmak ve açmak gerekiyor.

Hipotetik olarak bir lider ve ortadaki başarısızlık arasındaki ilişki bir kaç türlü oluşmuş olabilir. Bunu kısaca şöyle listelemek mümkün:

i. Başarısızlık liderin verdiği kararlardan kaynaklanmıştır.
Bu durumda zaten tartışmaya yapmaya gerek yoktur, lider sorumludur.

ii. Başarısızlık lidere rağmen verilen kararlardan kaynaklanmıştır.
Bu durum zaten bir liderlik sorunu olduğunu ifade eder. Eğer lider ciddi sonuçları olacak kötü kararları kendisine rağmen alacak bazı kliklerin oluşmasına izin verdi ise bu ayrı bir liderlik sorunudur.

iii. Başarısızlık, lider kandırıldığı için ortaya çıkmıştır.
Bu da kendi başına ayrı bir liderlik sorununa işaret eder. Lider eğer ciddi konularda kandırılabiliyor ise ortada zaten kendi başına bir sorun var demektir.

Bu liste uzatılabilir ancak hangi ihtimal ele alınırsa alınsın, başarısızlık belirli bir oranla mutlaka liderin de payına düşen bir sonuç üretir. Elimizde liderin sorumluluğunu yok saymamıza imkan verecek seküler yahut dinsel bir teori yok. Kuru’nun yazısına verilen olumsuz tepkilerden anlaşılan, insanların Gülen’in payının hiç olmadığı yahut somut olarak olmayıp bunun soyut olarak “geçiştirildiği” bir söyleme çok itibar ettikleridir. Yani bu tepkileri okuduğunuzda ya Gülen’in hiç bir sorumluluğu yoktur hissine kapılıyorsunuz yahut sorumluluğunun ne olduğunu asla somut olarak anlayamıyorsunuz.

İkinci nokta, üslup konusudur. Tepki verenlerin geniş bir kısmı üslup konusunda Kuru’yu eleştirmekte hatta pek çoğu yazının içeriğinden daha çok buna kızmaktadır. Aslında bu tepki de yine Cemaatin istisnai olduğu inancından kaynaklanıyor. Çünkü Gülen de kızdıklarını, rakiplerini eleştirirken “goril”, “salya atmak”, “Pakraduni”, “aşüftesi vardı”, “Nazilerden beter”, “Firavun”, “Nemrut” şeklinde eleştiriyor. Bu tip eleştiriler de pekala üslup sorunu haline gelebilir. Ancak istisnailik pekala üslup sorunu olan bu kavramları kullanmayı sorun olarak görmezken, Kuru’nun bazı ifadelerini sorun olarak görmeyi sağlıyor. Aslında istisnailik düşüncesi sürekli bir tutarsızlık sonucu üretir. ‘Ben yaparım sen yapamazsın’ şeklindeki bu çelişkili durum, Kuru’ya yöneltilen eleştirilerde aynen geçerlidir.

Burada yeri gelmiş iken belirtmek gerekir ki Kuru’ya anonim ve ismi belirtilerek verilen tepkilerin pek çoğu Cemaat’in klasik erken dönem üslup ölçülerini ciddi olarak terk ettiği şeklinde yorumlanmaya açıktır. “Cahil”, “akademisyen bozması”, “aptal”, “ne olduğu belirsiz” gibi ifadeler ile başlayan ve daha ileri giden bu tepkiler, Cemaat’in klasik dönem “sövene dilsiz, vurana elsiz” söylem anlayışını en azından bu tepkileri veren hatırı sayılır kişi itibari ile terk ettiğini gösteriyor.

Yine bu başlık altında altı çizilmesi gereken nokta, komplocu düşünce. Kuru’ya verilen anonim ve ismi belirtilen tepkilerin bazıları alenen komplocu düşünceye yatkınlığı göstermekte. Hatta benim gözlediğime göre çıkardığım sonuç, Kuru aynı içerikte bir iki yazı daha yazarsa muhtemelen “bir proje”, “hain” yahut en iyi ihtimal “egosuna kurban olup gitmiş birisi” olmakla suçlanacak gibi görünüyor. Türkiye’de her kesimi kaplamış komplocu zihniyetin bir şekilde Cemaat tabanında da epey yaygınlaştığını tepkilerdeki söylem tarzından anlamak çok kolay.

Üçüncü nokta, son derece önemli olan insanilik konusudur. Komşuluk, arkadaşlık gibi insani değerler her türlü kavgadan önemlidir. Popüler bir örnekle anlatmak gerekirse yakın zamanda bir akademisyen Türkiye’de göz altına alındı. Şaşılacak olan şudur ki bu akademisyenin çalıştığı kurumlardaki insanlar dahi kendisi lehine bir tweet bile atmadılar. Politik korkuların ve kavgaların, arkadaşlık, kardeşlik ve komşuluk gibi insani değerleri iptal etmesi sosyolojik bir canavarlıktır. Şimdi ürkütücü olan benzer durumun işaretlerinin Ahmet Kuru örneğinde olması. Kuru’yu yaklaşık 30 yıldır tanıyan pek çok kişi var. Bu kişiler bu kadar uzun yıldır Kuru’nun bütün insani yönlerini, karakterini tanıyor. Ancak bunlardan bir tanesi bile “fikirlerine katılmıyorum ama Kuru’nun şahsına yönelik eleştiriler kabul edilemez” mealinde kamuoyuna açık kimliklerini paylaşarak tweet atmamıştır. Demek ki davalar, liderler, kavgalar insanlar arasındaki insani ilişkileri bu şekilde gölgelemektedir. Bunun elbette korku boyutu da var: “Arkadaşları bile kamuoyu önünde şu veya bu nedenle eleştirilen insanlara sahip çıkmıyorsa susmakta fayda vardır” algısı böylece kökleşiyor.

Dördüncü nokta, tartışmanın kamuoyu önünde yapılması konusudur. Kamuoyu önünde yapılmayan tartışmaları boğmak kolaydır. Her türlü statüko o nedenle eleştirinin “yerinde, zamanında, belirli bir üslup ile” yapılmasını arzular. Halbuki eleştiri doğal bir tepkidir ve en etkili olması lazım gelen yerde yapılır. Yakın zamanda ABD Başkanı’nın konvoyu geçerken orta parmağını kaldıran bir bisikletli kadının fotoğrafı yayımlandı. Bu fotoğraf, ABD’nin ne kadar güçlü bir demokrasisi olduğunun delili olarak ilgi gördü. Eleştiri böyle bir şeydir. ABD Başkanına kalkan o orta parmak, ironik biçimde ABD demokrasisinin ve kamusal alanda eleştiri özgürlüğünün gücünü sembolize eder.

Kuru’ya verilen tepkilerden anlaşılan bir nokta da bazılarının kamuoyu önünde tartışmayı rahatsız edici bulması. Halbuki eleştirinin etkili ve yararlı olması için iki şeyi denemek gerekir: i. Kamuoyu önünde yapmak, ii. Somut isimlerden bahsetmek ve salt soyut olgularla yetinmemek.

“Siyasete çok itibar ettik bunun tokadını yiyoruz” demek yerine; kim Ankara’da ismi türlü şaibelerle anılan bir belediye başkanı ile aynı arabada üstelik Cemaati temsil eden kimliği ile yıllarca gezdi ise, onun ismini vermek, onu eleştirmek ve gerekirse bu kişiye bedel ödetmek gerekir. Somutluk ölçüsüne dayanmayan bir eleştiri ancak edebiyat literatürüne “eleştiri peşrevi” olarak geçer.

Kuran’da Allah ve İsa Peygamber arasında geçen son derece ilgi çekici bir diyalog anlatılmaktadır. Buna göre Allah, İsa Peygamber’i “Sen mi insanlara beni ve annemi Allah’tan başka iki tanrı edinin dedin?” diye sorgular. İsa Peygamber’in verdiği cevabın içindeki bir cümle doğrusu bana göre bir insanın entelektüel tutarlılık ve ahlak konusunda varabileceği çok önemli bir standardı ortaya koymuştur: “Eğer demiş olsaydım sen bunu bilirdin, sen benim nefsimde olanı bilirsin.”

Yani zaten inandığımız ve düşündüğümüz şeyleri Allah biliyor o nedenle bunlar hakkında insanlara rol yapmanın anlamı yok. Bir bakıma Allah’ın bildiği şeyler konusunda insanlardan çekinmek en başta Allah’a karşı saygısızlık anlamına gelir. O nedenle Dr. Ahmet Kuru, bence büyük bir tutarlılıkla inandıklarını kamuoyu önünde söylemiştir. Yazının içeriğinin ötesinde en başta bunu takdir etmek gerekiyor.

Yazdır