Malcolm X dini ve siyasi lideri olan Elijah Muhammed’in sekreterlerinden yedi tanesini hamile bıraktığını bizzat oğlundan öğrenir. Lideri ile yüzleştiğinde, Elijah Muhammed “nasıl Hz. Muhammed dokuz kadınla evlendi ise, nasıl peygamberler Davud ve Süleyman’ın yüzlerce eşi varsa benim de bu kadar çok eşim olabilir ve olmalı” der. Elijah Muhammed ahlaki prensipleri çiğnemiş olmasına rağmen, İslam Milleti adlı hareketin liderliğine devam eder; hareketten dışlanan Malcolm X ise bir buçuk yıl kadar sonra bir suikasta kurban gider.
Malcolm X’in hikayesi bir istisna değildir; aksine tarihten günümüze ister siyasi, ister dini olsun, Müslüman liderlerin takipçileriyle aralarındaki ilişkilerdeki üç temel soruna işaret etmektedir. Birincisi lider kendini genel kurallar ile bağlı görmez, ikincisi takipçiler genel prensipler yerine lidere itaati önemserler ve üçüncüsü din, özellikle de peygamber örnekleri bu sorunlu ilişkide önemli bir meşrulaştırma aracı olarak kullanılır.
Liderler mi, Prensipler mi?
Özgür Koca’nın son yazısında değindiği gibi Eşari kelam anlayışı, Allah’ın iyiyi emrettiği ve kötüyü yasakladığı düşüncesi yerine; Allah’ın emrettiğinin iyi, yasakladığının ise kötü olduğu yaklaşımı hakim kılmıştır. Eşarilerin sebep-sonuç ilişkileri ve ahlak anlayışında Allah’ın iradesini bu şekilde ön plana çıkarmasını eleştiren düşünürler ise adalet ve hikmet gibi sıfatları vurgulayan alternatif yaklaşımları savunmuşlardır. Mesela İbn Rüşd, Eşarileri tenkit ederek, Sünnetullah’ın belirli prensipler çerçevesinde anlaşılması gerektiğini, aksi takdirde Allah’ın hakimiyetinin “hiçbir kural tanımayan bir tiran gibi” algılanması tehlikesi olduğunu vurgulamıştır.
Sorun ilahi hakimiyetin yanlış anlaşılmasıyla sınırlı kalmayıp, peygamberlerin de her yaptıklarında sınırsız hikmetler bulunan, genel prensiplerle değerlendirilemeyecek zatlar olarak görülmelerine uzanmıştır. Burada bile durmayan ortodoks Sünni görüş, sahabeleri de eleştirilemeyecek, prensipler ile sınırlı olmayan; aksine nerdeyse her yaptıkları ile dinin ne olduğunu tekrar tanımlayan kişiler haline getirmiştir. Daha da ileri gidilerek, tarihten günümüze siyasi ve dini liderlerin birçoğu bile prensipler üstü kişiler olarak görülmüş, takipçilerinden de itaat etmeleri beklenmiştir.
Asırlar boyunca halka genel prensipler yerine kişisel otoriteye itaat telkin edilmiştir. Kurumsallaşamayan siyasi ve dini hayat, kişisel hiyerarşiler etrafında örgütlenmiştir. Sultanların seçiminde halk söz sahibi olamaz, dinin yorumunu ulemaya bırakır, tarikat şeyhi ölünce de “mana aleminde” yerine damadı atanır (!) Halkın liderleri sorgulayabileceği bir referans kaynağı, adalet gibi bazı genel kavramlar dışında, nerdeyse kalmamıştır.
Son Süreçte Peygamber Örnekleri
Genel prensiplerden yoksun olan Müslümanların dünyayı algılamalarında somut kişisel örnekler olarak peygamber hayatları önemli yer tutmuştur. Felsefenin nerdeyse yok edilmesi sonucunda rakibi olan kelam da zayıflamış, Müslüman düşüncesinde hadisçilik ana etken hale gelmiştir. Soyutlaması gelişmeyen Müslümanlar hadislerde aktarılan Hz. Muhammed’in hayatına dair örnekleri ezberlemiş; bunlar üzerinden felsefi yaklaşımlar, genel prensipler ortaya koyamamışlardır.
Genel prensiplerin ve soyut düşünmenin eksikliği son dört yıllık süreçte yaşanan acı tecrübelerden ders alınmasına da mani olmaktadır. Tarihi bağlamından koparılmış peygamber örnekleri üzerinden olayları açıklama çabası bireylerin yaşadıkları hadiseleri ve dünyanın durumunu doğru analiz edebilmelerini engellemektedir.
Peygamber örnekleriyle güncel olayları açıklama konusuna en çok vurgu yapan dini liderlerden biri Fethullah Gülen’dir. Gülen eskiden beri konuşmalarında Hz. Muhammed’in hayatının güncel olayları, hatta geleceği anlamada bir çerçeve olduğunu savunmuştur. Takipçileri üzerinde bu fikrin etkisi büyüktür.
Hz. Muhammed’in hayatından alınacak çok dersler vardır, ama 1400 yıllık bir tarihi 23 yılın içine sığdırmaya çalışmak anlamlı değildir. Dahası ne kadar uzun olduğunu bilemediğimiz gelecek hakkında sadece bu 23 yıl açısından öngörülerde bulunmak da yanıltıcıdır. Tarihteki olaylar bir defa yaşanır ve aynıyla tekerrür etmezler. Her dönem kendi başına anlamlıdır ve kendi dinamikleriyle incelenmelidir.
Bunun ötesinde Gülen, son süreçte de yaşanan acıları “peygamber yolunun kaderi” olarak tanımlayan konuşmalar yapmaktadır. Bu kaderci vurgu barışçıl kalma ve intihara varabilecek depresyonlardan kaçınma adına faydalı görülse bile, en azından iki açıdan mahzurludur. Birincisi, cemaat içindeki karar vericilerin hatalarının sorgulanmasını engellemektedir. İkincisi, takipçilerinin yaşananlar hakkında eleştirel bir bakışla dersler çıkarmasına mani olmaktadır.
Daha genel bir sorun da şudur: Birçok konuda birbirine zıt peygamber örnekleri bulmak mümkündür. O yüzden bu örneklerin güncel değerlendirmelerde birebir kullanılması çelişkilere yol açar. Mesela Gülen’in vurguladığı bir örneğe göre Hz. Musa birisinin ölümüne sebebiyet verdiği suçlamasına karşı teslim olmayıp şehri terk etmiştir; bu örneğe bakarak adaletin olmadığı bir ülkeden kaçmak ve oraya dönmemek meşru görülebilir. Ama aksi örnekler de –özellikle lider konumundakiler için– bulunmaktadır. Hz. Muhammed’in takipçilerinden hepsi hicret edene kadar beklediği ve Hz. Ali dışında arkada kimseyi bırakmayan bir liderlik örneği sergilediği hatırlatılabilir.
Aşırı peygamber örnekleri vurgusu lider-cemaat ilişkisi konusunda da soyut prensipleri arka plana itmektedir. Mesela Said Nursi’nin “Başarılar cemaate, başarısızlıklar ise lidere verilir” mealindeki sözü mantıklı bir prensibe işaret etmektedir. Başarısızlık, siyasi olsun dini olsun tüm liderler ve cemaatler için bir ölçü olmalıdır. “Nice peygamber gelmiş, tek bir ümmeti olmamış” diyerek sorumluluktan kaçmak doğru olmaz. Zira hayat başarının takdir edilmesi, başarısızlığın da hesabının sorulması üzerine kuruludur. Bunun aksini iddia etmek hayata ve mantığa aykırıdır. Dahası, günümüzdeki dini cemaatlerin faaliyetleri, sadece peygamberler gibi insanları iman etmeye davetle sınırlı değildir. Eğitimden medyaya, finans sektöründen siyasi konulara kadar birçok alanda faaliyet göstermekte; insanlardan paraları ve vakitleriyle katkıda bulunmalarını istemektedirler. Bu katkıların sonucunu soranlara da faaliyet alanları üzerinden cevap vermeleri gerekir.
Sonuç
Müslümanlar neyin iyi neyin kötü olduğunu soyut prensipler çerçevesinde, şeffaf ve kamusal bir tartışma süreci ile, dini kaynakların yanı sıra hayattan öğrendikleri tecrübeleri de katarak karar vermelidirler. Kendilerini sadece peygamber örnekleri sınırlamamalı; hem İslam tarihini hem dünya tarihini okuyarak dersler çıkarmalıdırlar.
Müslümanlar bu tür bir eleştirel ve akli okumanın sonunda yaşadıkları tecrübelerden dersler çıkarabilir ve soyut prensipler üretebilirler. Dini ve siyasi liderlerle ilişkilerini de bu soyut prensipler ışığında, karşılıklı sözleşme esasına dayandırmalıdırlar. Prensiplere ve sözleşmenin esaslarına aykırı davranan, önderlik ettikleri kitleleri başarısızlığa sürükleyen liderler hesap vermeye ve istifa etmeye çağrılmalıdırlar.