Gökhan Bacık yazılarında son iki yüzyıldır İslami düşünceyi reform etme adına ortaya çıkan akımların başarısız olduğunu vurgulamakta. Ben kendisine katılıyor ve bu başarısızlığın bazı nedenlerini ele almak istiyorum.

Öncelikle, reformcu Müslümanlar kimler? Reformdan kastedilen İslami düşünce ve pratiği modern dünyada kabul gören demokrasi, kadın-erkek eşitliği ve fikir özgürlüğü gibi değerlerle uyumlu hale getirme amaçlı bir yenilenmedir.

Bu tarz tanımlanmış bir çerçeve olmadan “reform” kelimesi sadece “değişim” anlamında kullanılırsa Vehhabiliğin kurucusu Muhammed Abdülvehhab (1703-1791) da bir reformcu olarak görülebilir. Abdülvehhab son iki yüzyılda Müslüman dünyada en etkili dini değişimlerden birine imzasını atmıştır; ama bu yazıda kastedilen anlamda bir reformu değil, aksine modern hayata karşı bir değişimin öncüsüdür.

Öte yandan, Reformcu Müslümanların tek bir grup olmadıklarını hatırlatmakta da fayda var. Reform düşüncesinin en güçlü olduğu Osmanlı/Türkiye, Mısır ve Tunus gibi ülkelerde reformcu çizgi hem devlet adamları hem de bir kısım entelektüeller tarafından temsil edilmiştir. Reformcuların bir bölümü kendilerini İslam dairesinin içinde görürken diğerleri dini tamamen kişisel hayata indirgemeyi amaçlamış ve kendilerini laik/seküler bireyler olarak tanımlamışlardır.

Reform çabalarının hem otoriter devlet projeleriyle hem de İslam’a dıştan yöneltilen eleştiriler ile beraber algılanması reformcuların toplumsal imajlarına zarar vermiştir. Reform deyince Müslüman toplulukların aklına entelektüel fikri çabalardan daha çok otoriter devlet politikaları gelebilmektedir. Benzer şekilde reformcu kelimesi İslam’ın içinden gelen seslerden öte İslam’ın dışından, hatta ona karşı olan sesleri çağrıştırabilmektedir. Özellikle de Türkiye, Tunus ve benzeri ülkelerde başörtüsü yasağı gibi dindar bireylere yönelik devlet baskısının reformcuların belirli bir kesimi arasında destek bulmuş olması da onların toplumsal imajlarına darbe vurmuştur.

Entelektüel bakış açısıyla İslam’ın içinden bir reformu savunanların da en önemli hatası iki yüzyıllık süreçte ortaya yeterli sayı ve derinlikte fikri eserler koyamamış olmalarıdır. Reformcular arasında Fazlur Rahman gibi önemli kitaplara imza atmış olanlar istisna denilebilecek kadar azdır. Genel olarak reformcu çizgi tepkisel ve yüzeysel eserler üzerinden bir söylem üretmiş ve Batı’nın taklitçisi olduğu algısını da bu yüzden yıkamamıştır.

Reformcuların çabalarının büyük oranda sonuçsuz kalmasını kısaca özetlediğim şekliyle salt kendi hata ve sorunları ile açıklamak yetersiz kalır. Zira reformcuların başarısızlığında içinde bulundukları sosyo-kültürel şartların zorluğu da büyük rol oynamıştır. Bu şartların başında Müslüman halk kitlelerinin dinin gelenekçi yorumlarına tanıdıkları neredeyse sonsuz kredi gelmektedir.

Bu krediyi dini seçkinler Müslüman halk kitlelerini reform düşmanı yapma adına kullanmışlardır. Dini seçkinleri a) ulema (İslam alimleri), b) tarikat şeyhleri ve c) İslamcı siyasetçiler olarak kategorize etmek mümkündür. Bu üç grup aktör, reform hareketlerini kendi otoritelerine karşı bir tehlike olarak görmüşler ve reformcuları halk nezdinde itibarsızlaştırmak için hemen her türlü araç ve taktiği kullanmışlardır.

Ulema kendilerini tarihten günümüze Peygamber’in varisleri ve İslamiyet’in ne olduğunu belirleme konusunda tekel sahibi olarak sunmakta bir sakınca görmemektedir. Ulema’nın icma’sı bağlayıcı bir dini kaynak olarak kabul edilir. Dahası ulema, Kuran ve hadislerin yorumlanması konusunda da kendisini tek yetkili otorite olarak tanımlamıştır. Tarikat şeyhleri ise dinin yorumlanmasında mistik bilgiyi ön plana çıkartmakta ve kendilerini mistik dünyanın otoritesi olarak sunmaktadırlar. Diğer bir deyişle irfan da velayet de şeyhlerin tekelindedir. Üçüncü ve son gelenekçi grup olan İslamcı siyasetçiler ise hem siyasi kavgalarında ulema ve şeyhleri bir müttefik olarak kullanmakta hem de kamusal imkanları bu müttefiklerinin istifadesine sunmaktadırlar.

Bu üç grup için de reformcular mücadele edilmesi gereken bir rakip, neredeyse bir düşmandır. Bu grupların düşmanca bakışına göre reformcu Müslümanların dini hayatları zayıftır, Batı tarafından asimile edilmişlerdir ve kendi toplumlarına bir Oryantalist gibi bakmaktadırlar. Reformcuların ne yeterli Kuran bilgisi vardır ne de irfanı. Reformcuların peşinden gidenler ebedi hayatlarını tehlikeye atmaktadırlar.

Böylesi bir propaganda karşısında reformcu Müslümanların başarılı olmaları çok zordu. Propagandanın tesiri altındaki Müslüman kitleler tarihten siyasete, gelecekte ortaya çıkacak hadiselerden ölüm sonrası hayata kadar her konuda kesin bilgi sahibi olduklarını iddia eden ulema ve şeyhlere itibar etmeyi tercih ettiler. Zira reformcu Müslümanlar bir çok konuda eleştirel ve farklı düşünmeyi savunduklarından kitlelere her konuda kesin görüşler sunamıyorlardı. Kendilerinin Mehdi, müceddit olduklarını, rüyalarda ve yakaza halinde Peygamber ile görüştüklerini iddia eden şeyhler karşısında reformcu Müslüman aydınların fikirlerine taraftar bulmaları kolay değildi.

Özetlemek gerekirse: Son iki asırda bir çok reformcu Müslüman hareket ortaya çıkmış ama bekledikleri sonuçları elde edememişlerdir. Egemen anlayış ve pratik açısından bakıldığında İslamiyet’in günümüzde gelenekçi çizgi etkisi altında olduğu görülmektedir.

Bu durumda reformcu Müslümanların iki ana hatası rol oynamıştır. Birincisi reformcular bazı dışlayıcı laik devlet politikalarıyla ve İslam’ı dışardan eleştirenlerle irtibatlandırılmışlardır. İkincisi reformcular, bazı istisnalar hariç, yeterli sayıda ve derinlikte fikri eserler ortaya koyamamışlardır.

Bunun yanı sıra, reformcuların gelenekçiler ile mücadelesinin haksız bir rekabet olması da bu başarısızlıkta önemli bir etkendir. Ulema, şeyhler ve İslamcılar kendilerinden farklı düşünen reformcuları tekfir etmiş, dini bilmemekle suçlamış, irfan sahibi olmamakla itham etmiş ve Oryantalist olarak yaftalamışlardır. Ulema kendilerinin Kuran ve hadisleri yorumlama konusunda tekel sahibi oldukları iddiası ile kitleler üzerindeki geleneksel otoritelerini korumayı başarmış; şeyhler ise keşif ve keramet sahibi oldukları, Peygamber ile rüyalarda görüştükleri gibi iddialar ile kitlelerin reformcuların fikirlerini rasyonel bir şekilde değerlendirmelerine engel olmuşlardır.

Bu tartışmadan açıkça görüldüğü üzere, reformcu Müslümanların başarısızlığı İslamiyet’in reforma kapalı bir din olmasından değil, reformcuların kendi hataları ile rakipleri olan ulema, şeyhler ve İslamcıların neredeyse her tür aracı meşru gören haksız rekabetlerinden kaynaklanmıştır.

Yazdır