Günlük hayatta doğrudan fark edilmiyor gibi görünseler bile bazı makro konular, insanların yaşamlarını hatta kültürlerini etkileyen temel taşlardır. Sözgelimi, “zaman nedir ve nasıl akıp gider?” yahut “zamanı nasıl algılamayız?” gibi sorular, burada benim bahsettiğim makro konulara örnekler olarak verilebilir. Dini veya seküler paradigmalar, o nedenle bu tip makro konulara yönelik açıklayıcı, işlevsel ve tutarlı şeyler söylemek durumundadır.

Önemli makro konulardan birisi de insanın kökeni sorunsalıdır. ‘İnsan nasıl yaratılmıştır?’ veya ‘insan nasıl ortaya çıkmıştır?’ gibi sorularla ifade edilen bu tartışma, İslam düşüncesi için de hayati derecede önem taşımaktadır. Bu yazıda köken konusu üzerinde bir tartışma yapılacaktır; ancak daha önce bir noktanın altını çizmeyi faydalı buluyorum: Bu makalenin yazarının biyoloji bilgisi son derece kısıtlıdır. O nedenle bu yazıda biyoloji merkezli bir bakış açısı söz konusu değildir. Bu yazının amacı, köken sorunu hakkında entelektüel tarihteki tartışma üzerine bazı notları ve soruları okuyucu ile paylaşmak ve bu konunun önemine bir kere daha dikkat çekmektir.

İki Bakış Açısı

İnsanın nasıl oluştuğuna dair evrimsel görüşe göre hayat basit bir formdan başladı ve zamanla gelişerek farklı türleri oluşturdu. Buna göre insan da bu evrimsel sürecin meydana çıkardığı bir türdür. Bu anlatıya göre insan, memeliler sınıfındandır ve maymundan türememiş ancak maymunlarla ortak atası olan daha üst bir türden türemiştir.

Kamuoyunda yaratılış olarak bilinen anlatıya göre ise Allah, insanı balçıktan yarattı ve buna can verdi. Daha sonra insan (Adem ve Havva) dünyaya bugünkü gibi indirildi. Yani birinci insan ile bugünkü insan arasında bir fark yoktu. Dolayısıyla bir evrim söz konusu değildir. Popüler İslami kaynakların bazıları ilk insanların çok büyük oldukları ve çok uzun yaşadıkları gibi iddialarda da bulunur. Popüler yaratılış söylemine göre Adem ve Havva’nın sürekli ikiz çocukları (biri kız biri erkek) oldu ve ebeveynleri kardeşleri çapraz olarak evlendirdi. İnsanlık böylece kalabalıklaştı ve bugünlere gelindi.

Yerleşik algıya göre bu iki yaklaşım, birbirini karşılıklı olarak ret etmektedir. Yani bugun evrim teorisi, standart popüler İslami bakış açısına göre kabul edilemezdir. Çünkü aynı anlayışa göre evrim, kaçınılmaz olarak ateist bir düşüncedir. Ancak, ‘ben Allah’a inanıyorum ve Allah tıpkı dağları bazı kurallara göre yaratıyorsa insanı da evrim denilen bir kurallar silsilesine göre yaratmıştır’ düşüncesinin karşılığı konusunda bir kargaşa da bulunmaktadır.

Evrimin kaçınılmaz olarak ateist bir düşünce olduğu anlayışı, evrim fikrinin tamamen yanlış olduğu için değil, eğer bu düşünce doğru çıkarsa Allah’ın insanı yarattığı inancını yok edeceği endişesinden kaynaklanmaktadır. Aslında dinsel açıdan bu çok büyük bir risk almak demektir. Bir şeyin doğru çıkarsa inancı yok edeceğini var saymak aslında bir inancı savunmak için pek mantıklı bir strateji olarak kabul edilemez. Evrimin yaratılışı çürüteceği iddiasından bağımsız bir şekilde ve sadece bilimsel veriler ışığında yanlış olduğu şeklinde bir öneri, daha temkinli olarak tercih edilebilirdi.

Öte yandan, ‘Allah insanı evrim ile yarattı’ düşüncesine sahip birini de inançsızlıkla suçlamak tutarlı görünmemektedir. İlk olarak bu kişi, Allah’a inanmaktadır ve dini açıdan inancı olduğunu söyleyen bir kişiye denilecek bir şey olmaması gerekir. İkinci olarak bu kişiye, ‘ama evrim yanlış ve bir yanlış ile Allah’a inanamazsın’ denildiğini var sayalım. Bu tür bir eleştiri de yanlıştır, çünkü geçmişte örneğin Biruni gibi pek çok önemli bilim adamının evrenin oluşumuna dair değişik düşünceleri de sonradan yanlış çıkmıştır. Dolayısıyla, bir insanın insanlığın yahut varlığın oluşumu ile ilgili bir düşüncesinin yanlış çıkması onun inançsızlığına delil olarak görülemez.

Tartışma Ne Zaman Başladı?

Evrim ve İslam arasındaki kavga bugünkü biçimde büyük ölçüde 19. yüzyılda başlamıştır. Charles Darwin’in Türlerin Kökeni adlı çalışmasından sonra evrim, sadece İslamiyet açısından değil, tüm dinler açısından önemli bir tartışma haline gelmiştir. Hem inançlılar hem de din karşıtları, evrim konusunu Tanrı’nın varlığının veya yokluğunun delili olarak kullanmışlardır. Ancak evrim konusunun bir inanç meselesi olarak tartışılması önce Batı’da başlamış ve daha sonra İslam dünyasına geçmiştir.  Sonuç olarak, 19. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan entelektüel kavga sonucu evrim, İslam dünyasında tanrısızlığı savunan bir düşünce yani mücadele edilmesi gereken bir bakış açısı olarak kodlanmıştır. Büyük ölçüde insan kökenini bir tür evrimle açıklamak düşüncesini yaratılış anlatısına zıt olarak görme alışkanlığı bu kavganın ürünüdür.

Halbuki biraz daha geriye gidersek İslam düşüncesinde bu konuda çok farklı bakış açıları olduğunu görmek mümkündür. İslam düşünce hayatında merkezi roller almış bazı düşünürlerden örnekler vermek istiyorum. Örneğin, 11. yüzyılda yaşayan İbn Tufeyl, Hayy bin Yakzan adlı kitabında bir adada Hayy adlı çocuğun nasıl ortaya çıktığını iki farklı senaryo ile anlatır. Bir senaryo Hayy’ın yaşam koşullarına imkan veren sıcak bir balçıktan annesiz ve babasız üremesidir. Burada İbn Tufeyl’in tıp eğitimi aldığının altını çizmek gerekiyor.

Bu bağlamda hemen akla gelen diğer bir Müslüman alim, 13. yüzyılda yaşamış olan İbn Nefis’tir. İbn Nefis, hem tıp eğitimi almıştır hem de Şafii fıkhında uzmanlaşmıştır. Döneminin entelektüel sınıflamasına göre bu alimi ‘muhafazakar’ olarak saymak pekala mümkündür. İbn Nefis, Kamil’in Peygamber Hayatına Dair Kitabı (Er-Risaletü’l-kâmiliyye fi’s-sîreti’n-nebeviyye) adlı, Batı’da Theologus Autodidactus (kendi kendini eğiten teolog) olarak  bilinen eserinde “evrimci” düşüncenin örneklerini verir. Bu kitapta yazar mutedil iklime sahip bir adada sel sonucu bir mağarada karışan bitki ve balçığın zamanla insan organlarını meydana getirdiğini ve oradan bir insan oluştuğunu yazmaktadır.

İnsanın kökeni üzerine daha önce de böyle düşünenler vardı. Mesela 9. yüzyılda Nazzam ve yine o dönemde yaşayan dil bilimci, tarihçi ve botanikçi Cahız, benzer düşünceleri ortaya atmışlardır. Hatta bazı Batılılar, bu yüzden Cahız’ı evrimci bakışın tarihsel olarak kurucularından olarak tanımlarlar.

İslam düşünce geleneği içinde evrimsel görüşleri savunan pek çok isim bulunuyor. Ancak, bu bahsi yazdıkları bu konuda yorum gerektirmeksizin açık olan İbn Haldun (1332-1406) ile bitirmek yerinde olabilir. İbn Haldun ünlü eseri Mukaddime’de aynen şöyle yazmıştır:

İnsan sonra yaratılmışlar dünyasına bakmalı. Burada [yaratılış] minerallerden başladı ve aşamalı bir şekilde devam ederek gelişerek bitkilere ve hayvanlara ulaştı. Minerallerin gelişme sürecinin en ileri aşaması bitkilerin ilk aşaması olan [çeşitli türdeki] bitkilere ulaştı. [Aynı şekilde] bitkilerin evriminin en üst aşaması olan palmiye, üzüm gibi türler hayvanların en alt türleri olan deniz kabuklularından sümüklü böceklere yakındır.

İbn Haldun’un yazdıkları elbette bilimsel olarak yanlışlar içermektedir, ancak bir şeyin altını çizmektedir. Buna göre türler evirilerek oluşmakta ve bir tür zamanla daha gelişmiş bir türe dönüşmektedir. Şimdi en şaşırtıcı olan kısma gelelim. İbn Haldun insan kökenini ise yine Mukaddime’de şöyle açıklamıştır:

Hayvanlar alemi, zamanla genişledi ve türler çoğaldı ve aşamalı biçimde yaratılış süreci düşünen ve tepki veren insana ulaştı. En üst yaratılış aşaması olan insana maymunlar aleminden ulaşıldı.

Burada hemen şunun altını çizmek gerekiyor: Tıpkı, İbn Nefis gibi İbn Haldun da dini konuların ele alınmasında oldukça muhafazakar bir pozisyonda konuşlanan birisidir. İbn Haldun, Mısır’da hem medrese hocalığı hem de Mailiki fıkhının baş kadılığı görevlerinde bulunmuştur. Bugünkü verilere göre yanlışlar içerse bile İbn Haldun, insanın kökeninin basit hayat formlarından evirilerek daha üst türlere ulaştığını ve insanın da bunun sonucu oluştuğunu yazmıştır. Üstelik insanın evrimsel süreçte maymunlar dünyasından evirildiğini de açıkça yazmıştır. Tekrar etmekte yarar var: İbn Haldun, bu düşüncelerini günümüzden yaklaşık altı yüzyıl yıl önce ifade etmiştir.

Bu örnekler bize ne anlatıyor? Her ne kadar evrim konusunda tartışma, özellikle konunun İslam’a uygunluğu açısından, 19. yüzyılda alevlendi ise de, bu konuya benzer düşünceler daha önceleri İslam düşünürlerinde vardı. Hatta evrimsel görüşlerin Batı’ya, İspanya’da yaşayan bazı Arap düşünürler tarafından ulaştırıldığı konusunda ciddi çalışmalar da bulunuyor. Örneğin, 1847 yılında William Droper, din ve bilim arasındaki tartışmayı ele alan kitabında evrim düşüncesinin Müslüman düşünürlerden Batı’ya geçtiğini iddia etmiştir.

Elbette bu proto-evrimci görüşler, modern görüşlerden farklıydı ve bazı bilimsel yanlışlar içeriyordu. Ancak İbn Haldun ve İbn Nefis örneğinde olduğu gibi bazı Müslüman düşünürlerin görüşleri insan türünün evirilerek yaratıldığını ve hatta hepsinin aynı atadan geldiğini içerecek biçimde standart olarak evrimciydi. Ancak önemli olan şudur: Bu yazarların hiç birisi argümanlarının kainatın Allah tarafından yaratıldığı tezi ile çeliştiğini düşünmemiştir. Yani, 19. yüzyıldan sonrakinin aksine, daha erken dönemlerde evrimsel düşünce ile inançsızlık arasında bir ilinti söz konusu değildi.

Güncel Tartışmalar

Şimdi konunun içeriğinin ötesinde tartışılmasına dair durum ile ilgili bazı konuları da özellikle burada tespit etmek gerekiyor.

İlk olarak, şunu sorgulamak gerekiyor: Başta Harvard, Stanford gibi önemli üniversitelerde araştırmalar yapan önde gelen bilim adamları dahil olmak üzere, biyologlar neden evrimi savunuyorlar? Örneğin DNA konusunda muazzam buluşlar yaparak bugünkü hayatımızda bizlere tıp, ilaç, genetik gibi konular başta olmak üzere pek çok alanda fayda sağlayan Marcus Feldman, Elizabeth Hadly gibi bilim insanları neden sürekli evrimi doğrulayacak bulgular elde ediyor? Bu insanlar, yaptıkları deneylerin sonucuna rağmen mi bize yalan söylemektedirler? Öte yandan bu insanların kapsamlı bilimsel çalışmaları evrim hakkında iddialarının deneysel bir zemini (yani sözel tartışmaların ötesinde somut denenmiş bulgularla test edilmiş) olduğu anlamına gelmiyor mu? Evrim karşıtı İslami düşünce için bu kadar önemli üniversitelerin biyoloji bölümlerinin evrimci sonuçlar üretip durması hiç bir ciddi kuşku konusu değil midir?

İkinci olarak, evrim karşıtı İslami düşünce neden deneysel değil, sözeldir? Mesela evrim karşıtı düşünce hangi tür biyolojik deneyler yapmış ve bunlar hangi bilimsel dergilerde yayımlanmıştır? Evrim karşıtı düşünce neden popülist çizgiyi aşamamaktadır ve bunun sonucu olarak hala “hiç mümkün müdür ki?” şeklindeki argümanların ötesine geçememiştir. Açıkça yazmak gerekirse “Hiç mümkün müdür ki?” şeklindeki Aristocu mantığı andıran sorularla bezenen tartışmalar modern biyoloji (hatta sosyal bilim) açısından büyük ölçüde geçersizdir.

Sonuç

Yukarıda bazı örnekleri kısaca verildiği üzere evrimci düşünce 19. yüzyıldan çok daha önce muteber İslam düşünürleri tarafından nispeten sıklıkla yazılmış ve savunulmuştur. Bu yazının insanın kökeni hakkında bir teorik önerisi olmadığı başta not edilmişti. Ancak insanın kökeni konusunun sürekli popüler bir konu olacağı varsayımından hareketle bazı öneriler ile yazıyı bitirmek mümkündür:

İlk olarak, bazı Müslümanlar bilimsel yöntemlerle elbette evrimi eleştirebilirler. Ancak burada ‘evrim doğru ise yaratılış yanlış çıkar’ çıkarsamasından vaz geçmek yerinde olabilir. Bir inançla ilgili olmaksızın bilimsel verilere göre evrim savunulmalı, yahut ret edilmelidir.

İkinci olarak, evrim son derece teknik bir konudur ve salt sözel argümanlarla savunulması veya ret edilmesi mümkün değildir. Günlük söyleme göre gayet akla makul gelen şeyler biyoloji bilimi açısından yanlış olabilir. Örneğin insanlar binlerce yıl dünyayı düz sanmışlar, güneşin dünyanın etrafında döndüğünü düşünmüşlerdir. O nedenle İslam dünyasındaki evrim karşıtı görüşlerin hızla deneysel düzleme taşınması gerekmektedir.

__________________________________________

Bu yazının ilk halini okudukları ve faydalı eleştirilerde bulundukları için UC Berkeley Biyofizik Profesörü Ahmet Yıldız’a ve Cal Poly Pomona Fizik Profesörü Ertan Salık’a teşekkürlerimi sunarım.

Yazdır